Ekrem İmamoğlu’nun 2 yıl 7 ay 15 gün hapis ve siyasetten men cezasının ardından Türk siyasetinin kaotik bir sürece girdiği aşikar. İktidar kanadının öncelikle İmamoğlu’nun olası Cumhurbaşkanlığının önünü kesme, İçişleri Bakanı Soylu’nun ifadesine göre de Belediye Başkanı görevinden azletme niyetlerinin olduğu anlaşılıyor. İstinaf aşamasında ya da davanın Yargıtay’a gitmesi halinde uygun bir zamanlamayla karar onaylanırsa bir taşla iki kuş vurulmuş olacak.
Bu süreç içinde Saraçhane’deki görüntüler ve ardından Kılıçdaroğlu’nun CHP’nin içişlerine müdahale edilmemesi gerektiği doğrultusundaki çıkışı, kısa süreli de olsa, iktidar cephesinde herhalde memnuniyetle karşılanmış olsa gerek.
Zira iktidar cephesi ne yaparsa yapsın ekonomiyi rayına oturtamayacağını anlamış görünüyor ve tek umudunu karşısındaki cepheyi bölmeye bağlamış hissini veriyor. Asgari ücretle çalışan önemli bir kesim, asgari ücrete zam yapılmamasını savunuyor; yapılacak zammın enflasyonu daha da tetikleyeceği, doğal olarak zamlı maaşın Şubat ayında ceplerine girdiğinde enflasyonun altında daha da fazla ezileceklerini düşünüyor. Bir de zamlı maaşlar nedeniyle kapanacak iş yerlerinin ve iş kaybı korkusu da yaygın.
Bu tartışmaların hemen ardından araları açıldı diye düşünülen Kılıçdaroğlu İmamoğlu ikilisinin CHP grup toplantısında tam bir birliktelik mesajını vermeleri, Kılıçdaroğlu’nun İmamoğlu’nu mutlak koruması altına alması ve ilişkilerini bir baba oğul ilişkisine benzetmesi, iktidarın CHP’yi içten bölme planının tutmadığının bir göstergesi. Tabii bu noktada Akşener’in İyi Parti üyelerine kimse konuyla ilgili yorum yapmasın demesi de 6’lı masanın yara almasının önüne geçilmesi anlamı taşıyor. Peki bu noktada 6’lı masa yara aldı mı? Bunu önümüzdeki günlerde daha net anlayacağız. Ama 6’lı masayı kim zora sokar ve masaya bağlanan ümitleri kırarsa ya da masadan kalkarsa siyasetten silineceği de aşikar. Dolayısı ile yine iktidarın beklentilerinin aksine masa yola devam edecek.
Peki aday kim olacak. Şu an itibarı ile Kılıçdaroğlu ön plana çıkmış durumda ve son çıkışları ile elini çok daha güçlendirmiş gibi. Bu kadar sabredip bekledik, kısa bir süre sonra netleştiğinde anlayacağız.
Gelelim 6’lı masaya yöneltilen bazı eleştirilere…
Herkesin beklentisi öngörülemez bir felaket haline gelen ekonominin nasıl düzeltileceği konusunda ciddi bir yol haritası.
Daha önceki yazılarımda çokça belirttiğim gibi, içine girilen ekonomik kaos sürecinin başlıca müsebbibi güven sorunu ile ilgili. Peki güven nasıl sağlanır?
Çoğunluğun işaret ettiği gibi öncelikle hukuka güvenin tesisi olmazsa olmaz. Kolay mı? Kestirmek çok güç. Hakim ve savcıların vesayetten kurtulması yeterli mi? Göreceğiz.
Ekonomi hayatındaki kurumların özerkliğinin tekrar tesis edilmesi ikinci önemli unsur olarak karşımıza çıkıyor. Başta Merkez Bankası’nın özerkliği, Rekabet Kurumu’nun işler hale getirilmesi, vs.
Ama çok daha önemlisi ve tartışılmayanı dış politika. An itibarı ile 6’lı masadan dış politika ile ilgili pek bir şey duymadığımız ve hiçbir dış partnerimizin Türkiye’ye güvenmediği de bir başka gerçek. Özellikle Rusya Ukrayna savaşının ardından ortaya çıkan Dünya’nın içine girdiği yeni paradigmada Türkiye’nin yerinin nerede ve nasıl şekilleneceği konusunda ciddi bir yaklaşıma ne yazık ki şimdiye kadar rastlamadık.
Değerli dostum emekli büyükelçi Selim Kuneralp’in Serbestiyet’te kaleme aldığı yazısında, 13 Aralık AB Zirvesi sonuç bildirgesinde Türkiye’ye yer verilen satırların hiç de iç açıcı olmadığını üzülerek okudum. 20 yıl önce gerek Komisyon’un açıklayacağı İlerleme Raporu gerekse Zirve Sonuç Bildirgesi heyecanla beklenir, bütün TV yayın araçları Brüksel’e akın edip canlı değerlendirmelere yer verirlerdi. Günümüzde ise ne yazık ki bu belgelere haberler içinde küçücük bir yer dahi verilmiyor.
Anlaşılan 6’lı masa da kamuoyunun kaybolan ilgisine bağlı olarak AB ile ilişkiler bir yana, hassas dış politika alanlarında da ses çıkarmamayı yeğliyor.
Doğal olarak her ne kadar güçlü parlamenter sisteme dönüş esas amaç da olsa, seçimin ardından en iyi ihtimalle 2/3 yıllık bir sürecin işlemesi kaçınılmaz olacak ve seçilen Cumhurbaşkanı mevcut anayasanın kuralları ile çalışacak. Eğer sayın Kılıçdaroğlu bu görevi üstlenecek ise kendisinin dış politika konuları ile ilgili olarak da görüşlerini kamuoyu ile paylaşmasında yarar var. Hoş, 6’lı masanın diğer ortakları ile görüş ayrılıkları olabilir endişesi varsa işi zor…
Can Baydarol