Karşılaştığım hemen herkes 15 Mayıs sabahı uyandığımızda Türk ekonomisinin ne olacağını soruyor. Hem ekonomist değilim dememe hem de falcılıkla yakın uzak herhangi bir ilişkim olmamakla birlikte vermeye çalıştığım cevapları kendi mantık dizim içinde sizlerle de paylaşayım.
Önce kesin olan, 15 Mayıstan 10 gün sonra İstanbul’u bedava dolaşacağım. Sayın İmamoğlu benim gibi iyi bir müşteri kaybedecek.
İkinci kesin gibi olan, Galatasaray yine şampiyon olacak. Bu temenniden çok giderek kesinleşiyor gibi.
Gelelim şu andaki bazı gerçeklere.
Türk lirası aşırı değerli olmaya devam ediyor. Merkez Bankası ve Hazine seçim öncesi döviz kurunu baskı altında tutmak için elinden geleni yapıyor. Sonuç ithalatın patlaması, ihracatın büyük ölçüde zemin kaybetmesi, dış ticaret açığının katlanılamaz boyutlara ulaşması.
İhracata yönelik üretim yapan arkadaşlarıma sorduğum soru: “şu an işlerini yürütebilmen için olması gereken ABD dolar kuru ne olmalı?” Aldığım cevap: “ 1 ABD doları en az 27, 28 TL olmalı, kar elde edebilmem için 30 TL’nin üstü tercih sebebi!”.
Esasen ihracatçı çevrelerinden gelen bu yaygın cevap, ister istemez “NAS=İflas gibi bir başlık altında girdiğimiz süreci değerlendirmeye de neden oluyor.
Peki bu görünüm altında 15 Mayıs sabahı uyandığımızda ne olacak sorusuna daha ciddi olarak dönersek.
Diyelim ki hiçbir şey değişmedi, mevcut iktidar hem Cumhurbaşkanlığını kazandı hem de TBMM’deki koltuk sayısı üstünlüğünü korudu. Bu noktada mantıktan ziyade inat mı devam eder, bendenizin yorum sahasının dışında kaldığı için yorum yapmam güç. Ancak heterodoks politikaların yerini ortodoks politikalar almazsa mevcut durumun sürdürülemeyeceği gerçeği, bindik bir alamete, gidiyoruz kıyamete olgusunun sürdürülmesine yol açacak. Hiç kuşkum yok.
Peki Millet ittifakı seçimden zaferle çıkarsa ne olur? Yani Kemal Bey Cumhurbaşkanı olur, ittifak TBMM’deki sandalye çoğunluğunu ele geçirirse…
Öncelikle hemen altını çizelim, bu durum inanılmaz bir iyimserliğe yol açar, ancak bütün beklentilerin yerine getirilebilirliği zamana yayılacağından ekonomik enkazın bir günde kaldırılması naif bir beklenti olur.
Özellikle Merkez Bankası’nın özerkliğinin tanınması ile birlikte politika faizlerinde Ortodoks bir politikaya geçilmesi ile yani gerçek enflasyonla gerçek faiz uygulamasına geçilmesi normalleşmenin ilk ve en önemli adımını oluşturur. Ekonomiyle ilgili diğer kurumların da özerkliğinin tanınması orta ve uzun vadede Türk ekonomi politikasının öngörülebilirliğinin önünü açar. Doğal olarak bunlara ilave olarak hukukun üstünlüğünün inandırıcı olarak tekrar tesisi ile birlikte Türkiye uzun süredir hak ettiği doğrudan yatırım ve sıcak para patlamasıyla karşı karşıya gelir.
Özellikle Rusya – Ukrayna savaşı ile birlikte jeo stratejik önemi misliyle artan ülkemize olması gereken sermaye girişinin gerçekleşmemesinin arka planında yönetime duyulan güvensizliğin ve öngörülemezliğin yattığını unutmamak gerekir. Bu çerçevede doğrudan ya da dolaylı duyumlarım milyarlarca doların 14 Mayıs seçimlerine kilitlenerek beklemede olduğu şeklinde.
İki senaryonun dışında üçüncü senaryo var mı?
Var, Cumhurbaşkanlığı seçiminin ikinci tura kalması. Bu durumda yukarıda söylediklerimizin hangisinin gerçekleşeceğini görmek için 15 gün daha beklemek gerekir.
Gelelim en can alıcı soruya daha net bir cevaba. “Diyelim ki her şey Millet İttifakının dilediği gibi oldu, Kemal Bey ilk turda Çankaya’ya taşındı, kur ne olur?” sorusuna.
Hani kur bence gerçekçi seviyeye doğru hızla tırmanır, ardından izlenecek sıkı ekonomi politikaları ile birlikte birkaç yıl içinde enflasyonun dizginlenmesiyle rahat nefes alır hale geliriz. Acı reçeteler olacak mı? Kaçınılmaz. Ancak acı reçetelerin yanı sıra izlenecek sosyal politikalar ve sağlanacak sermaye girişi sürecin kazaya uğramadan geçirilmesi için temel faktörler olarak karşımıza çıkar.
Kolay mı?
Asla…
Gerçekleştirilebilir mi?
Neden olmasın….